
Mevsimlerden yaz, aylardan “çayır” ayı idi; yani çayırların biçildiği temmuz ayı. Temmuz, köyümüz Usot (şimdiki adı Tosunlu) için çok önemli ve sıkışık bir aydır. Hani “ağaçtan adam yapma” diye bir deyim var ya tam da o zamanlar… İnsana ihtiyaç duyulur. Hele ki havalar açık gidiyorsa bir an için işleri toparlayabilmek için çok çalışılması gerekir. Çünkü mevsime asla güvenilmez. Bir kez fırsat kaçırıldı mı toparlaması güç olur.
Komşu köyde Lengetğhev (şimdiki adı Bulanık) köyünde düğün var. İşlere rağmen canım gitmek istiyor. Korkarak değil ama günlerin özelliğinden ötürü, sıkılarak babama (Şükrü Yılmaz) düğüne gidip gidemeyeceğimi sordum. Nasıl gideceğimi sordu. Ben de yürüyerek gideceğimi söyledim.
-Hayır, at ile git, dedi. Ben ayaklarım yere değmeden uçarak gidip atı bağlı olduğu yerden çözüp evin önüne getirdim. Kaşağı ile tımarını yaptım, boynuna süs boncuklarını bağlayıp kuyruğunu ördüm. Artık gitmeye hazırım. Düğüne gidecek delikanlının atı fiyakalı olmalı değil mi? Çünkü 15-16 yaşlarındayım.
Derken annem geldi.
-Hayrola ne oluyor ne bu hazırlık? diye sordu. Ben de:
-Lengetğhev’e düğüne gideceğim, dedim.
Annem biraz da haklı olarak itiraz ederek esti gürledi. Gelip atın başından dizginini çekip aldı, eyerini sıyırmaya kalkıştı. O ana kadar ses etmeyen babam, karşı çıktı.
-Bırak çocuğu, dedi, ben öksüz büyüdüm, kimse bana hadi şu eğlenceye git diyenim olmadı. Ben hayattayken bu çocuk özgürce istediği gibi eğlenecek, dedi, annemi susturdu.
Bunun üzerine doratım Senem’in sırtına atladığım gibi, dünyanın en mutlu ve cesur çocuğu duygusuyla soluğu düğün alayının kurulu olduğu alanda aldım. Alanda, Gölaşenli (şimdiki adı Güleş) Ahmet Usta (Aydın) ve Usotlu Necmettin ağabeyin (Gümüş) davul – zurnası eşliğinde “cirit” ezgisiyle girerek tarlada dörtnala birkaç tur attım…
Yine günlerden 6 Mayıs 1972 tarihiydi… Bizim evde derin bir sessizlik hâkimdi. Akrabalardan Şükrü dayı geldi. Evdeki bu kasvetli durumu fark edince:
-Hayrola ne oldu? diye sordu. Babam;
-Sorma Çavuş, bu sabaha karşı çocukları astılar dedi, Çocuk dediği Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’dı. Şükrü Dayı;
-Yahu çocukların doğru dürüst suçu bile yok, niye astılar anlamadım, deyince babam;
-Niye olacak Çavuş, çocuklar yoksuldan yana eşitlik istiyorlardı, belli ki zenginlerin rahatı bozulacak diye alabaşları asıp gerideki gençleri korkutup caydırmaya çalışıyorlar…
Yani demem şu ki; köyün cahili diye adlandırdıkları bu iki insan o zamanın ve günümüzün basiretsiz, yeteneksiz siyasetçilerinden daha aydınlardı, daha ileri görüşlüydüler.
Bir başka olay da şöyle:
1980 öncesi Bursa’da tutuklandım. Köyde durumu herkes biliyor ama bir tek ailem bilmiyor. Kurnaz köylüler haberleri olup olmadığını test etmek için her karşılaşan kişi babama beni soruyor. Bu durumdan babam kuşkulanıyor. Tatil için Bursa’dan köye gelen Azam öğretmen (İstanbullu)’ya beni soruyor, o da benim tutuklu olduğumu söylüyor. Tutuklanmamın sebebini öğrenince kendi kendine hayıflanarak:
-Yahu herkes bildiği halde benden gizlemişler. Hâlbuki devlete kafa tutan bu çocukların böyle şeylerin başlarına geleceğini hepimiz biliyoruz. Çok şükür utanılacak bir şey yapmıyorlar, bunlar içeri girip çıkıp aynı zamanda hayatı öğrenecekler, diye de serzenişte bulunuyor. Yani orada bile doğru ve aydın tavrını ortaya koymaktan geri kalmıyor. Bugünkü kendini sisteme kiralamış dönek solcular gibi vah tüh edip el ovuşturmuyor. Ve o baba ki; çocuklarına “Yeter ki siz okuyun, ceketimi satar gene okuturum”, diyen bir baba…
Laf lafı açınca söylemeden olmuyor.
12 Eylül darbesi sonrası diktatörlüğün askerleri köyü kuşatmışlar. Köylülerin inanç ve ibadet yeri olan camide insanlar sorgulanarak işkence yapıldığı bir sırada, askerlerle birlikte evin önüne gelen komutan, babamı çağırıp önce köyden bir gencin yerini soruyor. Babam da bilmediğini söyleyince bu kez komutan:
-Sen bir hele dur, az sonra senin P….i de soracağım, diyor.
Bunun üzerine babam, hiç tereddüt etmeden; sen devletsin git bul, yerini bilmem ama bilsem bile söylemem, diyor.
İşte böyle bir babanın çocuğuyum, bu duyguyla yaşamanın gururunu taşıyorum.
Sevgili okur dostlar, bundan tam 39 yıl önce bugün hem babamı, hem arkadaşımı, hem de en güvenilir bir yoldaşımı kaybetmişim. Aradan çok zaman geçti… Bundan bir ay önce Bolu’da babamın bize veda ettiği 08 Artvin Döner Salonu’nun sahibi Erdal ağabeyi ve Asım ağabeyimi (Yılmaz)ziyaret ettim. O günleri yâd ettik.
Şimdi ise sayfamda aramızdan ayrılışının yıldönümünde kısa bir mesajla anmak istemiştim fakat bilgisayarımın başına oturunca gözlerimden buram buram özlem gözyaşları aktı. Ve bu özlemi ve o özverili babalarımızı anmak, onları yâd etmek geldi içimden…
Sade bu da değil, Bu yazıyı yazarken bütün ölen emekçi özverili babalar yanında 6 Şubatta 11 ilde milyonların canını yakan Maraş merkezli depremde sessiz sedasız bu ikiyüzlü rantçı ve halk düşmanı sistemin kurbanı olan binlerce babayı da düşündüm.
Gün boyu, enkaz altında ölen kızının elini bırakmayan baba geldi gözlerimin önüne… O güzel babamın ve annemin şahsında yıldızlara uğurlanmış olan tüm babaları ve anneleri saygıyla anıyorum.
Zamansız olarak ne çocuklar, ne analar, ne babalar ne de gençlerin ölmemesi dileğimle, bir kez daha bu insan düşmanı sistemi lanetliyorum…
Özledim Babam
Rasim Yılmaz (Kervani)
27 Şubat 2023 / S: 15.30
Babam seni anlatamam söz ile
Tutuşur yüreğim yanar köz ile
Toprak ana sarmış seni bez ile
Bir bilsen ne kadar özledim babam
Sen giderken soğuk boran bir kıştı
Unutamam en son nasıl bakıştı
Gidişinden otuz dokuz yıl geçti
Bir bilsen ne kadar özledim babam
Elli yılı aştı gurbet ellerde
Hasretim saklıdır akan sellerde
Hatıran gönlümde ismin dillerde
Bir bilsen ne kadar özledim babam
Yıllar geçse bile seni özlerim
Geleceksin gibi yolun gözlerim
Kervani ağlar da yaşım gizlerim
Bir bilsen ne kadar özledim babam
Bu makale
524 kez okundu.
Bu Habere Yapılan Yorumlar ( 1 )
Teşekkürler Köylüm kalemin dert görmesin
Agah |
-- 02.03.2023 13:25 |